28 Temmuz 2008 Pazartesi

ders nasıl çalışılır

1- HEDEF BELİRLEMELİYİZ....
Çalışmamızın yönünü belirlemek ve çalışma isteğimizi sürekli tutmak için yapmamız gereken en önemli şey, bizi ileride, mutlu edecek yolu belirlemektir. Neye ulaşmak için çalıştığımızı bilmemiz gerekir.
Yapacağınıza da inansanız yapamayacağınıza da inansanız, sonuçta haklı çıkarsınız.
"Hedefimizi, hırsla, istekle, inançla kovalamalıyız.
Sadece ilgi duymamız yetmez."
Henry Ford

"İnançlı bir tek kişi, sadece ilgi duyan doksandokuz kişiye bedeldir"
J.S. Mill

2. PLANLI VE PROĞRAMLI ÇALIŞMALIYIZ...
Hedefimize ulaşmak için hangi dersleri, nasıl bir sıralama ile ne zaman ve ne kadar çalışmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Her gece 8 saat uyuyoruz yılda tam 120 gün
Günde 3 saat T.V seyrediyoruz yılda tam 45 gün
Yollarda harcanan 2 saat yılda tam 30 gün
Günde sadece 1/2 saat boş durmak yılda tam 15 gün
Hergün birinin bizi 5 dk. bekletmesi yılda ort. 30 saat ediyor...
Yukarıdaki bilgiler basit matematik hasaplarla bulundu. Nasıl? Dehşet verici değil mi? Bu hesaba göre yılın 7 ayı, fazla kayda değer olmayan faaliyetlerle geçiyor. Artakalan zaman diliminde yapılan tek şey üniversiteye hazırlık olmadığına göre (yemek, sosyal faaliyetler, okul dersleri v.s.) planlı çalışmaya ne kadar ihtiyacınızın olduğu ortada..

Planlı çalışmanın görünür bir ihtiyaç olmasının dışında başka yararları da var;

a) Hangi dersi çalışacağımıza karar verememekten dolayı zaman kaybetmemizi, kararsızlık içinde bir dersi bırakıp diğerine geçmemizi engeller.
b) Düzenli ve günü gününe çalışmak, sınav öncesi çalışma süresini azaltır. Sınav paniğini önler. Çalışma verimini yükseltir.
c) Her derse yeterince zaman ayırmak ve yeterince çalışmak, kişinin kendine olan güvenini artırır.
d) Öğrenilecek malzemenin kısa bir zaman dilimine sıkıştırılması yerine, uzun zamana yayılarak daha etkili ve kalıcı olmasını sağlar.
e) Planlı ders çalışma; ailemizle aramızda ders çalışma konusunda çıkabilecek çatışmaları önler.
f) Sağlıklı ve bilinçli plan yapmamız, kendimizi derse çok daha kolay vermemizi sağlar.
g) Her işe daha rahat zaman ayırmamızı, huzurlu olmamızı sağlar.

Yaptığımız planın tüm bunları sağlaması için dikkat etmemiz gereken bazı noktalar var;

a) Derslerin dağılımını dengeli yapmalıyız. Kolay gelen derslere ağırlık vererek, çalışılması
gereken zor dersleri ihmal etmemeliyiz.
(Sözel hazırlanan öğrencilerin matematik ve geometriyi ihmal etmeleri gibi) Bu durum bizi planlı çalışsak dahi hedefimizden uzaklaştırır.
b) Ara vermeden uzun süreli çalışma da, sık aralıklarla, uzun dinlenmeli kısa çalışma da verimsiz olur. En ideali 40 - 50 dak. çalışmak, 10 dak. tekrar yapmak ardından 5 - 10 dak. dinlenmektir. Ortalama 1 saat, aynı okul programı gibi, 1 ders saati olarak düşünülebilir ( Birim süre). Farklı derse geçerken verilen dinlenme süresi biraz uzatılabilir.
c) Derslere vereceğimiz çalışma sürelerini, dersin özelliğine ve bizim o dersteki başarımıza göre ayarlamamız gerekir.
d) Aynı tür dersleri, ard arda yerleştirmemeliyiz. Bir dersten diğerine geçerken, mutlaka dersin türü değişmeli. Böylelikle daha az yorulur, çalışarak da dinlenebiliriz.
e) Ders türlerini değiştirirken bize göre kolay olan derslerin, değişik türde de olsa, ard arda gelmemesine dikkat etmeliyiz. Kolay bir ders zor bir ders, zor bir dersi kolay bir ders izlemeli.
f) Zor dersleri en verimli çalışacağımız saatlere yerleştirmeliyiz. Bu saatler kişiden kişiye farklılık gösterebilir.
g) İlk çalışacağımız saate sevdiğimiz bir dersi koymamız, derse kendimizi kolay vermemize yardımcı olur.
h) Planımızda, derslerimizi mümkün olduğunca günün aynı saatlerine koymamız, o saatlerde derse daha kolay konsantre olmamızı sağlar.
i) Yemeklerden hemen sonra çalışmaya başlanmamalı. Yaklaşık 30 dak. sonra derse başlamak daha yararlı olacaktır.
j) Planımızda ders saatleri ve ders dışı etkinlikleri birbirinden ayırmamız ve ders dışı faliyetlere de az da olsa ödül mahiyetinde yer vermemiz, onların çalışırken aklımıza takılmasını önler.
k) Planlarımız düzenli tekrarı mutlaka içermeli. Bilmeliyiz ki öğrendiklerimizin % 40'ını ilk 20 dakikada, % 55'ini 1 saate, % 65'ini 9 saatte, % 80'ini 24' saatte unuturuz.
Günlük aktivitelerimiz arasında bazen kontrol altına alamadığımız durumlarla karşılaşabileceğimiz dikkate alınmalı. Programımızda böylesi durumlar için esneklik bulunmalıdır.
En sağlıklı program haftalık hazırlanandır. Her programın bitiminde ne kadar verimli geçtiği, amaca ne kadar hizmet ettiği değerlendirilmelidir.
Programlı çalışma hedefi bulmada bir pusuladır...

Çalışma programının bir gününde;
- O gün öğrenilen konuların tekrarı, ilgili testlerin çözümü
- Bir gün sonra işlenecek konunun ön hazırlığı bulunmalıdır.
- Programın bitiş gününde, o programla çalışılan konuların tekrarı olmalıdır. Üzerinde takıldığımız, çözümünü sonradan öğrendiğimiz soruların tekrar çözümü olmalıdır. Böylece bir haftanın kritiği yapılmış olur.
Dördüncü haftanın bitiminde aynı süreç aylık olarak yapılmalıdır. Bu durumda öğrenci kendindeki gelişmeyi ya da dersten kopmayı haftalık ve aylık olarak görmüş olur. Eksiklerini giderme fırsatı bulur.

Planınızı Uygulamakta Güçlük Çekiyorsanız;
Her şey mükemmel olsun diye uğraşırken mi, uygulamada güçlük çekiyorsunuz? Hata yapmaktan korkmayın. Hiç bir şeyin yapılmadığı yerde hata da olmaz.
T. Edison için öğretmeni; " Zekası yeterli değil. Okula devam etmesinin bir yararı olacağını sanmıyorum"
A. Einstein içinde öğretmeni; "Çok başarısız bir öğrenci. Zeka düzeyi düşük. Arkadaşlık ilişkileri zayıf, hep hayal kuruyor. Ayrıca sınıfta huzursuzluk yaratıyor. Kanımca okuldan alınması herkes için iyi olacaktır." demişti.
Eski bir Çin atasözü der ki;
"Fakir bir adama balık verirsen, o gün için doyar. Ona balık tutmayı öğretirsen, her gün doyar."
Balık tutmayı pardon ! Soru çözmeyi öğrenin...



3. DERS ÇALIŞMA SIRASINDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Biz insanlar,
% 1 tad alarak
% 1.5 dokunarak,
% 3.5 koklayarak,
% 11 işiterek,
% 83 görerek öğreniriz,
Yine biz insanlar,
- Okuduklarımızda % 10,
- İşittiklerimizde % 20,
- gördüklerimizde % 30,
- hem görüp hem işittiklerimizde % 50,
- söylediklerimizde % 80,
- davranışlarımız doğrultusunda (deneyip) söylediklerimizde % 90 hatırlama oranı gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla öğrenme sürecinde ne kadar çok duyumuzu kullanırsak, öğrenme ve hatırlama becerimiz o kadar artar.
Çalışırken önemli fikir, kavram, formül v.b. şeylerin altını çizmek öğrenmeyi kolaylaştırır. Hatta çizme sırasında renkli kalemler kullanmak, önem derecesine göre renkleri kodlamak hatırlamaya büyük yarar sağlar.
Hem çalışırken hem de dersi dinlerken not almak, uyanık kalmayı, aktif katılımı sağlar, unutmayı azaltır.
Problem çözerken, çözüme ulaşıncaya kadar uğraşmak en uygun davranıştır. Buna rağmen çözülemeyen sorular ihmal edilmemeli, mutlaka çözümü öğrenilmelidir.
Konular: ( özellikle de sözel dersler) BÜTÜN - PARÇA - BÜTÜN) yöntemiyle öğrenilmeli (bu işlem sırasında kendi ifadenizle özetler çıkarmalı) en sonunda konu bütün olarak zihne yerleştirilmelidir.
Somut şeyler, soyut olanlardan daha kolay öğrenilir. Kavramları, fikirleri örnekleyerek, formülleri de soru çözerek somutlaştırın.
Her yerde kolayca kullanabileceğiniz kartlara derslerin kısa özetlerini hazırlayın, formüller yazın. Bunlarla boş kaldığınız her ortamda, ( Otobüste, durakta, yemek yerken v.b) tekrar yapabilirsiniz. Bu kartları, ayna, kapı, dolap kapağı gibi her an karşınıza çıkacak yerlere asarak, öğrendiklerinizi farkında olmadan pekiştirebilirsiniz.

Çalışmalarınızın sonunda kendinizi değerlendirin. Özellikle deneme sınavlarında boş bıraktığınız, yanlış yaptığınız sorular üzerinde durarak, bu konulara tekrar çalışın.
Öğrenmek, anlamak demektir. Öğrenilen bilgileri nerede ve nasıl uygulayabileceğinizi kendinize sorun (Gideceği adres belli olsun). Farklı kaynaklardan yararlanın, değişik tipte sorular çözün.
Zorlandığınız derse küsmeyin. Küstüğünüz dersin içinde mutlaka kolay anlayabileceğiniz konular bulunmaktadır. Tüm konuları öğrenmeye çalışarak, güveninizi yitirip dersten uzaklaşmak yerine, anlayabildiğiniz konulara çalışıp ilgili soruları kaçırmayarak, sınavda şansınızı arttırabilirsiniz.
Hedefinizi düşünün, çalışmak için iyi bir nedeniniz var. Karşılaştığınız zorlukları tek tek ortadan kaldırmanız, hepsiyle birden uğraşmaktan daha kolaydır. Siz başlayın bir kere, gerisi kendiliğinden gelecektir!

4. BEDENSEL EGZERSİZLERİN ÖĞRENME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Düzenli yapılan egzersizin öğrenme üzerinde çok olumlu etkiler yaptığı araştırmalar sonucunda kanıtlanmıştır.
Bu etkileri şöyle sıralayabiliriz:
1. Kas gevşemesi
2. Zihinsel gevşeme
3. Yapılan işte etkinliğin artması.
4. Enerjide artış.
5. Duygusal boşalma ve rahatlık.
6. Daha iyi uyku.
7. Öz güven artışı.
8. Endişelerde azalma.
9. Daha iyi sağlık.
10. Kalp hastalığı riskinin azalması.
11. Bel ve sırt ağrılarından korunma.

Gerginlik damarlarda daralmaya yol açar. Hücrelerin kanla beslenmesi zorlaşır. Gerginlik sırasında vücut fazla miktarda adrenalin salgılar. Bu da öğrenme için gerekli protein zincirinin kurulmasını güçleştirir.

Düzenli fizik egzersizi, adrenalinin kullanılarak kaygının azalmasına ve rahatlamaya sebep olur.
Ayrıca egzersiz sonucu vücutta seratonin maddesi salgılanır. Bu madde kişide huzur, rahatlama sağlar.
Sınav maratonunda stres, kaygı ve endişelerden kurtulmaya yardımcı olması için her sabah 10-15 dak. egzersiz yapmak yararlıdır. Ancak aşırıya kaçmamak, vücudu alışkın olmadığı şekilde birden zorlamamak gerekir. Egzersiz sonrası kişi kendini huzurlu ve dinlenmiş hissetmelidir. Yorgun hissediyorsa bu bir yanlışlığın belirtisidir.

5. YAPILMASI GEREKEN TEKRARLAR

"Bellek para cüzdanına benzer.
Tıka basa doldurulursa kapatılmaz ve her şey dışarı dökülür."
Thomas Fuller.

Belleğimizi kullanmanın, yani hatırlamanın en önemli unsuru tekrardır. Ancak tekrarların aralıklarla yapılması gerekir. Üst üste asla değil. Arşivde çalışan bir memur düşünün. Önüne aralıksız malzeme yığarsanız, eli ayağına dolaşır. Neyi nereye koyacağını şaşırır. Bu yüzden tekrarlarımızı bir düzen içinde yapmalıyız.
Tekrarlarınızı düşünerek ve anlayarak yapmanız temel prensip olmalıdır. Mekanik tekrarlar sadece zaman kaybettirir.
Çalıştığınız dersi değiştirirken çalışılan bölümün mutlaka kısa bir tekrarını yapın ki bilgiler yerleşsin.
Aynı şekilde her birim sürenin (40- 50 dak. çalışma, 5- 10'dak. dinlenme) bitiminde çalışılan bilgiyi tekrar ederek ara verin.
Öğrenilenlerin üzerinde en az bozucu etkiyi uyku yapar. Zihin, hafıza, uyku sırasında da çalışır. Edindiği bilgileri derleyip düzenler. Bu yüzden yatmadan önce yeni öğrenilen bilgilerin 15- 20 dak. tekrarı ve bunu uyandıktan sonra yine 15- 20 dak. tekrarın izlemesi hatırlamayı uzun süre mümkün kılar.
Ayrıca programa bağlı olarak haftalık ve aylık tekrarlar yapılmalıdır.
Yapılan araştırmalara göre öğrenme anından itibaren geçen zaman uzadıkça hatırlama oranının arttığı tespit edilmiştir. Buna geri hatırlama deniyor. Dolayısıyla çalışma anından sonraki ilk saatlerde hatırlamanın düşük olması sizi korkutmasın. "Çalışıyorum, çalışıyorum ama sanki hiç birşey bilmiyorum." deyip üzülmeyin.
Etkili bir hatırlama için okuduğunuz metni yüksek sesle okuyarak görsel alana, işitmeyi de ekleyin.

Ayrıca çalışma esnasında öğrendiklerinizi metne bakmadan kendi kendinize yüksek sesle tekrar edin . Hem hafızanızı uyarır, hem de nerede zayıf olduğunuzu fark edersiniz.

6. ÇALIŞMA ORTAMI NASIL OLMALI
Eğer müstakil bir oda yoksa, çalışma köşesi hazırlanmalı. Her seferinde farklı yerde çalışmak verimli olmaz. Hep aynı yerde çalışmak, çalışacağınız yere geldiğinizde kendinizi derse hazır hissetmenizi sağlar. Çalıştığınız yerde çalışma ile ilgili bir sembol mutlaka olsun . Örneğin mutfak masasında çalışan bir öğrenci, çalışmaya başlarken masanın örtüsünü değiştirebilir. Bu onu motive eder. Mutlaka masada çalışmalı. Uzanarak yatarak çalışılmaz. Masada dik bir şekilde oturmalı. Farklı pozisyonlarda oturmak özellikle uzanarak çalışmak bir süre sonra kanımıza uyku hormonunun salgılanmasına yol açar.
Çalışma masası ders dışı faliyetler için kullanılmamalı. Pek çok şeyi aynı yerde, aynı masa da yapmak bir süre sonra bıkkınlık yaratır.(yemek, resim yapmak v.b)
Çalışma için gerekli tüm malzemeler masada ulaşılabilir mesafede hazır olmalı. Materyal ( sözlük, test v.b.) aramak için kalkmak geri dönmeme tehlikesi yaratır.
Çalışma masasının her çalışmadan sonra düzenlenmesi bir sonraki çalışmaya başlamayı kolaylaştırır.
Çalışma ortamında poster, afiş vb. dikkati dağıtıcı ya da sizi hayal kurmaya yönlendirici şeyler olmamalı.
Çalışma ortamı sessiz olmalı. Müzikle ya da t.v. izlerken ders çalışılmaz. Zihin bazen müziğe bazen derse yoğunlaştığı için bölünmeler olur. Ayrıca derse yoğunlaşınca müziği duymamak için farkında olmadan çaba sarfedilir . Bu da yorulmayı kolaylaştırır.
Son olarak çalışma ortamı iyice havalandırılmış yeteri kadar ısıtılmış ve aydınlatılmış olmalıdır.

7. DİKKATİ YOĞUNLAŞTIRMAK
Öğrendiğimiz bir konuyu, 12- 13 ay sonra hangi oranda hatırlayacağımız, konuyu çalışırken ne kadar konsantre olabildiğimize bağlıdır.
Her şeyden önce motivasyonumuzun tam olması için amacımızın belirlenmiş olması gerekir. Bu konuyu çalışmakla neyi amaçlıyoruz. Kaç sorunun cevabını cebimizde hissetmemize yarar. Bunu bilmek motivasyonumuza doping etkisi yapar.

Konsantre olabilmek için kararlılık da çok önemlidir. Kararlılık işe tüm ilgimizi yönlendirir. Bu da çok geçmeden konsantrasyonu alışkanlık haline getirir.
Konsantrasyonumuzu yüksek tutmak için çalışmalarımıza çeşitlilik getirmeliyiz. Rutin çalışmalarla dikkati yoğun tutmak imkansız denecek kadar güçtür.
Monotonluktan kurtulmak için planlı çalışmaya ihtiyacımız var. İyi hazırlanmış bir planda asla monotonluğa yer yoktur. Başkalarına verdiğimiz randevulara nasıl sadık kalıyor; istediğimiz gibi değiştirip iptal etmiyorsak çalışmalarımız için de aynı hasasasiyeti gösterelim.
Konsantrasyonun uzun süreli, olması için sağlığımıza özen gösterip bedenin ve zihnin yeterince dinlenmesini sağlayalım.
Bitkinlik uzun süren yanlış çalışmalar sonucu vücuda yavaş yavaş siner. Bunu hissettiginizde çalışma alışkanlıklarınızı tekrar gözden geçirin. Çalışmalara ara verip dinlenin. Bu halde çalışmak daha zararlı olacaktır.

SINAV KORKUSU
"Zor iş kolay işlerin birikmesinden oluşur."
Hazırlanılması gereken derslerin birikip ağırlaşması, sizden beklenenlerin fazlalığı ve bütün bunları nasıl yapacağınızı bilememeniz, büyük bir yük oluşturur. Bu da zamanla bıkkınlık verir. Sınava hazırlanan herkesin dönem denem yaşadığı bu usanma ve karamsarlık duygusu son derece normaldir. Gereksiz olan ise bu duygular karşısında ümitsizliğe kapılarak, kendinizi güçsüz ve çaresiz hissederek çalışmayı bırakmaktır.
Sınavdan korkmakla, sınav korkusu ( Sınav Kaygısı) arasında önemli farklar vardır. Sınavdan korkan öğrenci, yaklaşan sınava göre , zamanını planlayarak çalışır. Zaman geçtikçe de korkusu azalır. Her öğrenci mutlaka sınavdan hemen önce bir heyecan duyar, ancak bu heyecan onun başarılı olmasını sağlayacak, canlı ve diri tutacak ölçüde olduğunda gerekli bir duygudur.
Sınav korkusu duyan bir öğrencinin ise sınav yaklaştıkça korkusu ve telaşı artar. Bu korku öğrencinin çalışmasına ve öğrenmesine engel olur ve sınav günü gelip çattığında ise tutulur kalır.
Söz konusu bu korku sırasında, beden kimyasında meydana gelen değişiklikler, beyinde öğrenme için gerekli olan protein zincirlerinin oluşumunu engeller. Yani sınav korkusu akıl yürütme ve soyut düşünme yönündeki zihinsel faaliyetleri bozar. Bu nedenle öğrencilerin başarısızlığına yol açan en önemli faktörlerden biridir. Öyle ki yapılan araştırmalar sınav korkusunun, ameliyat korkusundan çok daha yüksek boyutta olduğunu göstermektedir.
Sonuçları itibarıyle, hiç de küçümsenmeyecek bir öneme sahip olan bu korkuyla, başa çıkmanın yollarını şöyle özetlemek mümkündür.


GEVŞEME
Sınav korkusunun beden kimyasını nasıl etkilediğine değinmiştik. Gevşeme sayesinde değişen beden kimyasının önceki haline dönmesi mümkündür.
Bedeni kontrol etmek yolunda birinci adım solunum kontrolüdür. Çünkü solunum yarı otonom , yarı iradeli bir fonksiyondur.
İyi nefes almak iyi nefes vermekle başlar. İyi nefes burundan , ağır, sessiz ve derin alınır. Akciğerlerin bütününü doldurarark diyaframı aşağı iter. İyi nefes alındığı sürenin iki katı sürede verilir.
Günde 40- 50 defa bu şekilde nefes almayı alışkanlık haline getirmek yaşanılan korku düzeyini düşürür. Bunun için bazı durumlarla nefes alma davranışını bir şeyle eşleştirmek ve onu hatırlatıcı bir obje kullanmak yararlıdır. Örneğin aynanın üzerine, dolabınızın üzerine ya da içine, masa saatinin görünür bir köşesine yapıştıracağımız ufak bir renkli kağıt tarif edildiği şekilde nefes almanızı size hatırlatacaktır.

FİZİK EGZERSİZLERİ
Düzenli yapılan fizik egzersizlerinin akıl ,ruh ve beden sağlığı üzerinde olumlu yönde , köklü etkiler yaptığı pek çok bilimsel araştırmayla kanıtlanmış bir gerçektir. Ayrıca düzenli fizik egzersizlerinin uygulanması uyku üzerinde de olumlu bir etkiye sahiptir. Ev içinde sabahları hergün 10 - 15 dakikalık bir fizik egzersiz programının uygulanması olumlu sonuçların alınması için gereklidir. Dikkat edilecek bir diğer noktada, proğram bittiği zaman kendinizi dinlenmiş hissetmeniz gerektiğidir.

DÜŞÜNCE BİÇİMİNİN DÜZENLENMESİ
İnsanlar genellikle duygu ve düşüncelerinde belirleyici olanın çevredeki diğer insanlar ve olaylar olduğunu kabul etmektedirler. Bu yüzden kendilerinde gerginlik yaratan, duygusal açıdan sıkıntı veren kendileri dışındaki olay ve kişileri suçlarlar. Böylece hem strese girer hem de bu stresten kurtulmayı güçleştiren önemli bir hataya düşerler.
Özetle; önemli olan olaylar değil, olaylara bakış açımızdır. Bu durumda olumsuz duygu ve davranışlardan kurtulmak için düşünce biçimimizi değiştirmemiz gerekecek. Bunun için olaylara ilişkin yaklaşımımızı gözden geçirmeliyiz.

a) Düşünce biçimimiz objektifmi? Gerçekliğe uyuyor mu?
b) Yaklaşım biçimimiz ve değerlendirmemizin bize, problemi çözmeye faydası var mı?
c) Yaklaşım biçimimiz diğer insanlarla olan ilişkilerimizi olumlu yönde etkiliyor mu?
d) Değerlendirme biçimimizin amaçlarımıza katkısı var mı?
e) Yorumlama biçimimiz iç çatışma ve iç gerginliğimizi azaltıyor mu?
Bu sorulardan en az 3 tanesine cevabınız " evet" se iyi, eğer "evet"ler 3 den az ise yaklaşım biçiminizi gözden geçirmelisiniz.

KORKUNUZU AZALTMAYA YÖNELİK İPUÇLARI
- Sınava girmeden önce, geçmişteki başarısızlıklarınızı değil, başarılarınızı hatırlayın. Kendinize gerçekteki değerin altında değer biçmeyin.
- Daha önce yaşanmış olan başarısızlıkların sebeplerini araştırın. Onları telafi edin ki yeni başarısızlıkların sebepleri olmasınlar.
- Sınav sizin o ana kadar öğrenmiş olduğunuz bilgilerin değerlendirilmesidir. Asla sizin kişiliğinizin bir değerlendirilmesi değildir. Sınav sonucunda başarısız olmanız yalnızca sizin yeterli bilgiye sahip olmadığınızı gösterir. Bu da kişiliğiniz hakkinda bir değerlendirme olamaz.
- " ÖSS sınavını mutlaka kazanmalıyım" yerine
- "....... Fakültesine girmek istiyorum, demek ve bu şekilde düşünmek çok daha gerçekçidir. - "Meliyim-malıyım" şeklinde biten ifadeler düşünceleri istek olmaktan çıkarıp birer yasa haline getirirler. İstekler yerine getirilemediği zaman değişebilir. Ama yasaların değiştirilmesi çok daha zordur ve beraberinde bazı yaptırımları getirir. Bu yüzden istedikleriniz bir tercihtir, değiştirilebilir. Asla yasa değildir, unutmayın.
- Gireceğiniz sınav hakkında olumlu düşünün. Bu bir sınavdır sadece, bunu bir ölüm kalım savaşı haline getirmeyin.
Sınavda başarısız olursanız bu sizin kişiliğinizi olumsuz değerlendirmenize kendinizi değersiz gereksiz görmenize yol açmamalıdır. Sınavda başarılı olmak sizin tek ve değişmez amacınız olmasın. Kazanma şansınız çok yüksek bile olsa kendinize başka amaçlar tasarlayın, Sınavı kazanmak ilk tercihiniz diğer amaçlar ise ikinci, üçüncü tercihiniz olsun. Böylece sınavı kazanamazsanız dahi yönelecek başka amaçlarınız olur.

HIZLI VE ETKİN OKUMA
- Sınavlarda zamanı yetiştirememek.
- Sınavlarda, soruları anlamakta güçlük çekmek.
- Ders çalışırken ve kitap okurken, okuduğunuzu anlamakta güçlük çekmek.
- Okurken çabuk sıkılmak ve dikkat dağılması.
- Anafikri bulmakta güçlük çekmek (Özellikle Paragraf sorularında)
- Mevcut zamanın ders çalışmaya yetmemesi
Bu sorunlara her halde hiç birimiz yabancı değiliz. Pek çoğumuzun karşılaştığı ve öğrenciliği neredeyse çekilmez hale getiren bu sorunların en büyük sebebinin okuma hızının düşük olması olduğunu biliyor muydunuz?
Los Angeles'deki Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde okuyan , dünyanın en genç üniversitelisi Mariel Arogon'un dakikada 6000 kelime okuması, yine Türkiye'de yönetim Geliştirme Merkezi'nin 1987- 1988 yılında açtığı "Süratli ve Etkili Okuma" seminerlerinde, okuma hızlarının dakikada 50-200 kelime olan katılımcıların , seminer sonunda dakikada 200-600 kelimelik okuma hızına ulaştıklarının gözlenmiş olması, okuma hızının arttırılmasının mümkün olduğunu ortaya koymuştur.
Bu örneklerden sonra okuma hızınızı arttırmaya karar verdiyseniz, işe önce hızınızı tespit etmekle başlayabilirsiniz.
Daha önce hiç okumadığınız bir hikaye, roman ya da farklı bir kitaptan bir paragraf seçip dakika tutarak okuyun.
a) Okumaya başlamadan önce başlama zamanını bir yere not alın. Örneğin saat 09.12'12 yi gösteriyorsa 09.22 olarak not alın ve saat tam 09.22 olduğunda okumaya başlayın.
b) Belirlediğiniz metni, yanlışsız okuyun.
c) Bitirdiğinizde, saatinize bakıp kaçta bittiğini not alın.
d) Tespit ettiğiniz süreyi saniye ile belirtin.
09.22 de başladığınız metni 09.28'13 de bitirmişseniz, okuma süreniz 6 dakika 13 saniyedir.
( Toplam 373 sn)
e) Metindeki toplam sözcük sayısını belirleyin
f) Okuduğunuz metindeki toplam sözcük sayısını (TSS), saniyelerle belirlediğimiz okuma sürenize (SO) bölerseniz, okuma hızınızı (OH) bulursunuz. Sonucu 60 ile çarpın. Bu sizin bir dakikada okuduğunuz sözcük sayısıdır. (DSS)

Formül: OH= TSS x 60 = DSS
SOS


İşlem sonucunda bulduğunuz okuma hızını aşağıdaki toblo ile karşılaştırın.

Nasıl? okuma hızınızdan memnun musunuz? Eğer cevabınız " Hayır!" ise , öncelikle aşağıdaki Yanlış Okuma Alışkanlıklarını Belirleme Cetvelini dikkatlice kendinize uygulayınız. Bakalım yanlışlarınız neler?

YANLIŞ OKUMA ALAŞIKANLIKLARINI BELİRLEME CETVELİ
(Sizde bulunan yanlış alışkanlıkların önüne işaret koyunuz)
1. Sesli okuyorum
2. İçimden okuyorum ( Ses tellerim kımıldıyor)
3. Kelimeleri teker teker okuyarak ilerliyorum.
4. Okurken geri dönme ihtiyacı duyuyorum.
5. Okurken ayrıntılara takılıyorum
6. Aktif olarak okuyamıyorum ( Okuduğuma konsantre olamıyorum)
7. Bazı kelimelerde yavaşlıyorum.
8. Hızlı okuduğumda anlayamayacağımı düşünüyorum
9. Hızlı okumak beni rahatsız ediyor.
10. Anafikri kolay bulamıyorum.
Belirlediğiniz yanlışlarınızla ilgili olarak aşağıdaki açıklamaları iyi inceleyip, gerekli çalışmaları titizlikle ve usanmadan yaptığınız taktirde, okuma ve anlama hızınızın arttığını göreceksiniz.

OKUMA HIZINI ARTIRMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
1. OKUMA HIZINI ENGELLEYEN, ANLAMAYI AZALTAN NEDENLERİ (YANLIŞ OKUMA ALAŞIKANLIKLARI) ORTADAN KALDIRIN

Sesli Okuma: İlkokul çağlarında daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını zannederek geliştirdiğimiz ve okuma hızını önemli derecede yavaşlatan bir unsurdur. Ortalama konuşma hızı 200 kelime kadardır. Sesli okuduğumuz zaman kendimizi bu limite sınırlandırmış olur ve bu hızın üstüne çıkamayız. Oysa okuduğumuzu anlamak için kelimeleri dil ve kulak yollarından geçirerek beyine göndermemize gerek yoktur. Göz çektiği fotoğrafları dilimizden yüzlerce defa süratli olarak beyine göndermekte ve beyin almaktadır. Sesli okuduğumuz zaman 200 kelime 1 dakikayla sınırlandığı için okuma hızımız çok daha hızlı olan beyin kapasitemize yetişememekte, arta kalan beyin kapasetimiz, boşluğu başka düşüncelerle doldurmaya çalıştığından konsantrasyonumuz ve okuma etkinliğimiz azalmaktadır.
İçinden sesli okumakda bir okuma türüdür. Her ne kadar bunda dudaklarımız kelimeleri tek tek telaffuz etmiyor ise de , ses tellerimiz kımıldıyor ve okuma hızımız 500 kelime 1 dakikayla sınırlıyoruz. Bunu önlemek için uzmanlar okurken çiklet çiğnemeyi öneriyorlar.(Gözle görme alışkanlığı edinene kadar) Okurken çiklet çiğneme temponuz hiç değişmezse bu yanlış alışkanlığı yenebilir ve gözle okumaya başlayabilirsiniz.
Her kelimeyi okumak da okumayı yavaşlatan nedenlerden biridir. Başka dillerde de, Türkçe'de de cümle yapılarında anlam bir kaç kelimede toplanmıştır. Diğer kelimeler onları düzenli bir cümle halinde birleştirmek için kullanılmıştır. Ve, gibi, ile için v.s. gibi sıksık tekrarlanan ve okuduğumuzu anlamamamıza büyük katkısı olmayan bu kelimeleri her seferinde okumak, bize büyük zaman kaybettirir. Başlangıçta hangi kelimelerin gereksiz olduğunu doğru tespit ederek, okumadan atlamakta büyük güçlük çekecek, ama zamanla bu konuda da yetenek ğeliştirerek 300 kelimelik bir yazının 100 kelimesini okuyarak anlayabilirsiniz.
Hızlı okursak anlayamayacağımızı zannetmek,okumamızı en fazla yavaşlatan en önemli psikolojik etken ve yaygın olan yanlış bir kanıdır. Kağnı arabaları satte 3-5 kilometreden hızlı gidemezdi. Otomobil bu hızı 100- 200 kilometreye çıkardı. Eskiden insanlar bu hızlara ulaşılabileceğini düşünmezlerdi. Biz de bu gün, yarın kabulleneceğimiz gelişmelere inanmıyor ve direnç gösteriyoruz. Dakikada 6000 kelime okuyarak 13 yaşında üniversiteye giren Mariel Aragon, dakikada 2500 kelime okuyarak A.B. D.'yi yöneten John Kennedy, hızlı okuyarak da daha iyi anlanabileceğinin kanıtlarıdır.
Öyleyse bu şartlanmayı bir kenara bırakarak okuma hızınızı arttırın. Anlama hızınız başlangıçta düşecek, ama hızınız arttıkça eski derecenizi yakalayıp geçecek, daha iyi anlayacaksınız.
Geri dönmek; bize en fazla zaman kaybettiren alışkanlık. Konsantrasyon eksikliğinden olur. Geri dönme imkanımız olduğu sürece de konsantrasyonumuz azalır. Öncelikle kendinize geri dönmeyi yasaklamalısınız. Geri dönme şansınızın olmaması konsantrasyonunuzu arttırır. Başlangıçta bazı paragrafları anlayamadığınızı hissedeceksiniz. Endişelenmeyin ve geri dönmeyin. Kendinize "Bugüne kadar geri dönerek okuduğum her paragrafı anladım mı? Şimdi hatırlıyor muyum?" diye sorun . Umarız cevabınız endişelerinizi yatıştırır.
Göz eğitimsizliği; gözün satırlar üzerinde düzenli hareket edememesidir. Okuma eğitimini yetirence alamayan bir göz, satırlar üzerinde gezinir, durur. Sıçramalar ve duraklamalar düzenli olmaz. Kişi sık sık geri dönüşler yapar. Bu nedenle de satırdaki düşünceleri birbirlerine bağlayarak bütünleştirip anlamlandırmada zorlanır. Bunun için gözü, sürat ve çabukluk kazandırıcı bazı yardımcılarla eğitmek gerekir. Örneğin bir vasıtada giderken ilanları okuyarak ve varsa videoda 2-3 kat hızlandırılmış alt yazılı filimleri seyrederek küçük göz egzersizleri yapabilirsiniz. Başlangıçta yoğun kontrasyon nedeni ile başınız ağrıyacak , ama bir süre sonra alışacaksınız. Alt yazılı bir filmi normal hızında seyrettiğinizde size çok yavaş gelecek ve canınız sıkılacaktır.
Pasif okumak; okuyacağınız yazıya zihninizi yönlendirmeden, anafikri, yazarın düşünce ve olaylara bakış biçimini, üslubunu anlamadan yapılan okumadır. Yazıyı ne amaçla okuduğunuzu bilmeden yapılan okumalar, okuma hızını düşürür. Dikkat yoğunlaşması olmadığı için de anlama olayı oluşmaz. O nedenle önce okunacak konuyu niçin okuyacağınızı belirlemeniz gerekir. Sonra bir ön okuma yaparak sorular belirlemek, soruları yanıtlamak için tekrar dikkatinizi yoğunlaştırarak yeniden okumak, etkili okumayı sağlar.
Bilgi ve kültür düzeyi eksikliği; okuma hızınızı yavaşlatan en önemil nedenlerden biridir. Yeni edinilmek istenen bilgilerin iyi kavranabilmesi, daha önce o konu ile ilgili kavramların kazanılmış olmasına bağlıdır. Hiç temel bilgimizin olmadığı bir konuyu anlamak çok zordur. Temel olmadan inşaat yapılmaz. Yani bilgi ve kültür eksikliği, okunacak konunun anlaşılmasını zorlaştırdığı için,okuma hızı da düşer. Bunun için parçada geçen, anlamını bilmediğiniz kelimelerin anlamını öğrendikten sonra dikkatle okumanız anlamanızı kolaylaştırır.
Okumanın ne anlama geldiğini iyi bilin; Okumak yalnızca sözcük kümeleri görmek değildir. Okumak yazarla aktif bir söyleşi şeklinde sürdürülen zihinsel bir süreçtir. Bu anlamda okuyabilmek için görmenin ötesinde zihinsel beceriler gereklidir. Bu zihinsel beceriler de öğrenme yolu ile gerçekleştirilebilir.
Örneğin bir metne bir bakışta en fazla iki- üç sözcük algılayabilen bir okuyucu belirli bir eğitim programı sonucunda bir bakışta cümlenin ya da paragrafın tümünü algılayabilir hale gelir. Yine öğrenme sonucunda, sürekli olarak her okuma çabasında yazarla aktif bir söyeşi içinde yazarın görüşlerini açığa çıkarmayı öğrenerek etkin bir okuyucu olabilir.
Okumanın gerçek amacı, anlamı çabuk ve doğru kavramaktır. Bu okumanın geliştirilmesi için, etkili okumanın temeli olan hız, kavrama ve bellek arasında bağ kurulmasını gerektirir. Okumada kavrama ile hız arasında yakın bir ilişkinin varlığı kabul edilmekte, kavramaya ilişkin becerilerin arttırılması hızlı okuma ile olası görülmektedir.

HIZLI OKUMA
Hızlı okuma için , okuma yanlışlarımızı düzelterek kendimizi hazırladık. Şimdi de hızlı okuma yöntemlerine geçmeden önce, düşünce olarak atmamız gereken adımlar var.
a- Gözlerimizle aklımızı birlikte çalışmaya alıştırmak
b- Bir metinde her sözcüğü okumak zorunda olmadığımıza inanmak
c- Her metinin ya da kitabın aynı değerde olmadığını kabul etmek. Yani bazılarının zor, bazılarının kolay olduğunu bilmek
d- Okuyacağınız her metin ve kitapta amaçlarınızın farklı olduğunu kabul etmek okuma hızınızı da buna göre ayarlamak gerektiğini bilmek.

HIZLI OKUMA YÖNTEMLERİ
Göz Devinimlerimiz: Daha hızlı okumak, etkili bir okuyucu olabilmek için gözlerimizle aklımızı birlikte çalıştırmaya alıştırmamız gerekiyor.
Okuma sırasında, gözümüz satırlar üzerinde soldan sağa, sağdan sola, yukarıdan aşağıya (bazen aşağıdan yukarıya) göz sıçramaları ile ilerler. Okuma olayı, işte bu sıçramadaki duraklamalar (saplama) sırasında, yakalayabileceğimiz sözcük kümesini algılayarak , gerçekleştirilir. Bu yüzden hızlı ve usta bir okuyucu olabilmek için, göz sıçramalarını hızlandırmak, duraklama süresini kısaltmak, duraklama süresince çok sayıda sözcük görebilmek (4-5sözcük) yani görme yelpazemizi genişletmemiz gerekiyor. Bu üç özelliği kontrol etmek beynin işidir. Zihnimizin kotrolü dışında gerçekleşen sıçrama ve duraklamalardan görüş alanına girenleri algılamak olanaksızdır. Öyleyse aklımız sürekli emir veren, kontrol eden ve gönderilenleri algılayacak biçimde hazırlıkta ve işlerlikte olmalıdır.

Sapmalar: Daha çok sayıda sözcük kümesini algılamak için; sözcük kelimelerinde gözün önce belli bir noktaya sapması, sonra bu saptığı noktanın sağından ve solundan mümkün olduğunca çok sayıda sözcüğü algılaması gerekir.

Lezzetli ve Temiz yemekler yapan bir aşcıdır.


1. Sapma noktası 2. Sapma noktası

Kolon Okuma: Günümüzde metinler gittikçe daha dar kolonlar halinde basılmaktadır. Gazetelerde dergilerde ve büyük magazinlerde bu kolonlara daha sık rastlanmaktadır. Bu kolonlar, ortalama 5-7 cm den oluşan sıfatlardan meydana gelmektedir. Dar kolanlar büyük bir gidiş- gelişi zorunlu kılan geniş satırlardan daha kolay gözden geçirilmektedir. Diğer yandan yukarıdan aşağıya doğru okuma dikkati daha çok uyarmaktadır. Dar kolonlar genellikle her satırda bir ya da iki sapmayı gerektirdiğinden, ritim konusunda büyük yarar sağlamaktadır.
Göz Gezdirme: Görme yelpazemiz genişledikçe, metnin bütününü dikkatli bir şekilde görme, düşünceleri yakalama hızına da ulaşırsınız.
Etkili okuyucu, metnin özelliklerine göre hızını ayarlayabildiği gibi, her metinle ilgili ihtiyaç ve amaçlarının farkı olacağını kabul eder. Amacını belirledikten sonra metnin bütününe yönelik yaptığı "Göz Gezdirme" Tekniği ile dikkatli bir okuma yapabilir.
Göz gezdirme ile çok yüksek hızlar elde edersiniz. Neye ve nasıl göz gezdireceğimizi iyi belirlersek bu, hız kavrayışımızı düşürmez.
Göz gezdirme, bir metni okumaya başlamadan önce yapılan "Göz atma" dan farklıdır. Göz gezdirme de amacımız belirli olduğu için daha dikkatli bir inceleme yaparız. Okunan metin çok kolay ve okuyucunun bildiği konuyu içeriyorsa göz gezdirme de yeterli bilgi edinilebilir.
Etkili bir göz gezdirme davranışında; metin başlığı alt bakşlıkları, giriş ve ilk paragrafı, sonraki paragrafların ilk ve son cümleleri numaraları, büyük harfle ya da italik yazılmış yerleri son paragraf ve varsa özeti okumalıdır.
Esnek Okuma: Okuma yöntemimizi ve hızımızı belirleme okuma amacımız ve metnin özellikleri önemli rol oynamaktadır. Etkili okumada okuyucu, her durumda uygun okuma tutumunu alabilmelidir. Uygun okuma tutumunu alabilmek, esnek okumayı gerektirir.
Eğer günlük yaşamda karşımızı çıkan yeni bilgilerden gereğince ve uygun bir şekilde yararlanmasını bilmezsek, bir çok şeyi kaçırır, önemli bilğileri edinemeyiz . Ayrıca daha az zaman ayırarak yapacağımız okumayı, hem daha fazla zaman harcayarak yapar, hem de okuduğumuz metinden yeterince doyum alamayız. Oysa okuma hızını ve yöntemini, okuma amacına ve metnin özelliklerine göre ayarlayabilen, yani "Esnek Okuma" yapabilen bir okuyucu en kısa zamanda, en çok bilgiyi alabilir.
Her gün karşılaştığımız yeni okuma durumlarını incelediğimizde, esnek okumayı daha iyi anlayabiliriz. Okunacak şeyler değişik türde olduğundan , bunları okuma amacımız da değişir. Farklı teknikler kullanırız. Örneğin güne gazete okuyarak başadığınızı düşünelim. Ancak zamanınız sınırlı, derse yetişmek durumundasınız. O zaman sadece başlıklara bakar ilginizi çeken haberlere de şöyle göz atarsınız. Okula gittinizde, derse girmeden önce eğer konu anlatacak iseniz, bildiğiniz şeyleri eleyebilmek için göz gezdirirsiniz. Bildiklerinizi atlar yeni bilgileri okursunuz. Öğleden sonra arkadaşınız size bir dergiyi verdi diyelim. İlginç bir makale var mı diye dergiyi tararsınız. İlginizi çeken bir makale bulduğunuzda, yeni bir bilgiye rastlamak için göz atarsınız. Akşam iyi bir film ya da program bulabilmek için gazetelerden programları tararsınız. Yarınki dersinizi hazırlama durumunda ise, metindeki herşeyi okumanız gerekmediği düşüncesinden hareketle kitabınızın o bölümüne göz atar, elde etmek istediğiniz bilgilere göre önemli başlık ve alt başlıkları belirlerseniz. Konusunu ana fikir ve ayrıntılarını araştırır, önemli kısımlar üzerinde daha fazla zaman harcayarak, ayrıntılar üzerinde daha hızlı geçerek ya da atlayarak okumanızı sürdürürsünüz. Gördüğünüz gibi, okuduğunuz bu çeşitli türden malzemelerin her birine göre okuma amacınız da farklı olacaktır. Yine malzemenin türüne göre yöntem ve hızınızıda değiştirmeniz gerekecektir. Eğer bunu uygun bir şekilde yapmayı başarırsanız esnek bir okuyucusunuz demektir.
Esnek okuyucu, nasıl okuyacağına karar verirken, metinin türünü de dikkate alarak zaman zaman teknik değiştirebilir. Metin , açık bir dille yazılmış ve izlenmesi kolay bir anlatımı olduğunda, hızlı bir okuma yapılabilir. Ancak metin açık bir dille yazılmamış, anlatımı kolayca özlemeye elverişli olmadığında daha yavaş ve dikkatli bir okuma yapılabilir. Eğer bu şekilde esnek davranamazsak, amacımıza ulaşamadığımız gibi zamanımızı da boşa harcamış oluruz.
Esnek okuyucu, okuma yöntemini kararlaştırırken zamanını dikkate alır. Örneğin bir metni ne kadar dikkatli okuması gerekirse gereksin, eğer yeterli zamanı yoksa, ya bir kısmı okur, bir kısmına göz atar ya da baştan sona dikkatle göz gezdirir. Ayrıca, eğer o anda fiziksel bir rahatsızlığı varsa, genel düşünceyi anlamak için sadece göz atar. Özetle esnek okuyucu, durumuna göre hızlarını bilen ve uygulayan kişidir.



Kavrama ve Sezme: Görme, her sözcüğü anlamanız için yeterli değildir. Görme yeteneği, anlama, görme ve zihin yeteneklerinin bir sentezi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu, yazılı bir sözcüğü görür görmez tahmin ediliyor, taman olmadan profilini ve diğer özelliklerini tamamlıyor, böylece görüşünüzü kontrol etmiş oluyorsunuz.
Okuma sürecinde, sözcükleri sadece görmek yeterli değildir. Aynı zamanda bir sözcüğü diğerinden ayırmak gerekir. Yazmada ise , dil bilgisi ve sözcükleri birleştirmede kullanılan bağlama kuralları etkili olmaktadır. Sonuç olarak okumak, soyut ve göze dayalı anlamlar üretmektir. Bu üretimi sözcüklerin doğru seçimi, sözcüklerin anlamları, tipleri, türleri ve yaptıkları belirlemektedir.
İyi bir okuyucu olmak, sizin etkili okumanızı sağlayacak çeşitli teknikler uygulamanız gerekmektedir. Şimdi yapacağınız alıştırmalarda, okurken eksik bırakılan sözcüğü izleyen sözcüklerden tahmin etmeye çalışın. Böylelikle anlama ve sezme yeteneğinizi ğeliştirebelersiniz.
UYGULAMA: Aşağıdaki kısa metinde boş bırakılan yerlerde konuşulması gereken sözcükleri düşünerek, kavrayarak bulup yazınız. Bu tür çalışmaları sık sık yaparsanız kavrama ve sezme gücünüz artar.

Oğlumuz
Karlı b.... şubat g..... doğmuştu. Babanın k.... verirken b.... tuhaftım. İsim a....., kamus b...... ne kadar b ..... gelmişti . O...... ışıl ı..... , kainat g..... manalı b..... kelime b..... istiyorum. S...... Ömer d....... Bu da o.....yakışmıştı. O...... tarihe girme b...... Ömer'in ikbaline layık, g......
İlk g...., i..... diş, i..... kelime, annesine doğru genç, g...... ve mes'ut a..... doğru i..... adım.

Seçici Okuma: Bundan önceki bölümlerde etkili ve hızlı okumayı geliştirmek, okuma verimini arttırmak için bir takım stratejiler geliştirdik. Bu aşamadan sonra hedefimiz, okumaya, ayırdığımız zamanı daha verimli kullanabilmek, kısa zamanda daha çok bilği edinebilmek. Bu hedefe ulaşabilmek, hızlı ve seçici olmayı gerektiriyor. Aslında her okuma da seçici olunmalı. Ancak hızlı okurken buna daha çok ihtiyacımız var.
Okumada önemli olan, yazarın iletmek istediği mesajı, okuyucunun yazılı sözcükler arasından bulup çıkarmasıdır. Daha önceki bölümlerde, yazarın düşüncesini kavramada etkili olan bir takım etkili okuma tekniklerinden bahsetmiştik. Bu tekniklerde hız , çabukluk, esneklik derecelerine nasıl ulaşacağımız, okumamızı nasıl düzelteceğimiz konularında yoğunlaştık. Ancak bu tür okumalarımızda gözümüz temel olan noktayı, bir çok ayrıntılarla birlikte kavrama durumunada kalabiliyordu. " Seçici okuma" adı altında şimdi açıklayacağımız teknikte ise, tüm ayrıntıya girmeden, daha az sözcük okuyarak, yazarın düşünce bütünlüğünü yoklamamız hedeflenir.
Burada önemli olan her hangi bir metni mikroskopla incelemek değil, genel hatlarıyla bilmektir. Bu teknik, pratik okumamıza büyük yarar sağlamakta, bize zamandan kazandırmaktadır. Örneğin, 15 dakikada günlük gazeteyi okuyabelmek, üç saatte 500 sayfalık bir yapıtta bulunan bilgileri yakalamak gibi

Buraya kadar yapılan açıklamaları özetlemek gerekirse:
1. Gözümüzle ve beyninizle okuyun.(Dudaklarınız ve ses telleriniz kımıldamasın)
2. Gözünüzle kelime gurupları görmeye çalışın ( birden fazla kelime)
3. Okurken yazıya konsantre olmaya çalışın. (geri dönüş yapmayı kendinize yasaklayın)
4. Her kelimeyi okumak yerine, asıl anlamı veren kelimeler üzerinde durarak gereksiz kelimeler üzerinde durarak gereksiz kelimeleri atmaya çalışın.
5. Kendinizi hızlı okumaya zorlayın.
6. Kendinize okurken belli bir süre vererek, okuduğuğunuzu o süre içinde bitirmeye çalışın.
7. Fırsat buldukça değişik tipte yazılar okuyun.
(Kendinize mutlaka okumak için zaman ayırın)
8. Gereksiz Ayrıntılar yerine ana fikir için okuyun.
Anafikri bulmak için;
a) Birinci paragrafta yazırın tarzını çıkarmaya çalışın
b) Anafikri nereye yazmış olabileceğini düşünün Her paragrafta bunu bulmaya çalışın.
c) Anafikrin her paragrafta bulunabileceğine dikkat edin.
Başlangıçta bunları uygulamanız ve hatta başarmanız size çok güç gelebilir. Ama unutmayın ki bunları başarıp bilginin özüne çok daha pratik, çok daha kısa sürede ulaşabilen insanlar çok fazla. Neden bizde onlardan biri olmayalım? Yapılması gereken tek şey ümidimizi yitirmemek.
İnatla uygulama yapın.
Sonucun adım adım geldiğini göreceksiniz...

Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir.

kepler

KEPLER

1571’de doğmuş olan Kepler, astronominin ana hatlarını öğrendikten sonra gezegenler sistemini açıklayabilecek bir matematik düzen bulma probleminin adeta hastası olmuştu. Bir yerde “aklımın bütün gücüyle bu problemin üzerinde kara kara düşündüm” diye yazıyordu. Kepler, çağdaşı ve örnek aldığı bir bilim adamı olan Tycho Brahe’nin tam zıttı bir kimseydi. Tycho büyük bir mekanik kabiliyet ve hünere sahipti; fakat matematiğe karşı ilgisi azdı. Kepler bir deneyci olarak beceriksizdi ama matematiğin gücüne hayran olmuş bir kimseydi.Sayıların gücüne karşı duyduğu bu derin saygıyla eski Yunanlılara yaklaşıyor, sayısal bilmeceler çok ilgisini çekiyordu. Hayatını Tycho’nun bıraktığı ve gezegenlerin yerini gösteren çizelgelere vermişti. Tycho Brahe’nin gözlemlerini matematik tasvire çevirirken aynı bu gün herhangi bir ilim adamı gibi davranıyordu. Denel bulguları cetveller dolusu sayılar yerine basit matematiksel kanunlar halinde ifade etmeye çalışıyordu. Matematiksel kanunlarla yalnız gözlemleri açıklamakla kalmayız, aynı zamanda henüz yapılmamış gözlemlerin sonuçlarını da önceden kestirebiliriz, üstelik matematiksel kanunlar sayı çizelgelerinden daha kolay hatırda tutulabilirler ve başkasına çok daha kolay anlatılabilirler.
Kepler’in gezegen yörüngeleri kanunu 5 düzgün katı şekle dayanıyordu. Bu kanuna göre yarıçapı Satürn’ün yörüngesine eşit bir küre bir küpü içine alır(a). Bu küpün içine çizilecek bir kürenin yarıçapı ise Jüpterin yörüngesinin yarıçapına eşittir. Jüpiter’in yörüngesine eşit yarıçaptaki kürenin içine bir düzgün dörtyüzlü çizilebilir(b). Bu dört yüzlünün içine çizilecek kürenin yarıçapı Marsın yörüngesinin yarıçapına eşittir.Mars gezegenin yörüngesinin yarıçapına eşit yarıçaptaki kürenin içine bir düzgün 12 yüzlü çizilebilir(c). Bu düzgün 12 yüzlünün içine çizilecek kürenin yarıçapı yerin yörüngesinin yarıçapına eşittir(d). Böylece bir düzgün katı şekil ve bir küreyi sırayla çizerek düzgün 8 yüzlü için(e) ve düzgün 20 yüzlü içinde Merkür’ün yörüngesinin yarıçapının elde ederiz(f).Kepler bu 5 düzgün yüzlüyü gezegenlerin yörüngeleri arasındaki aralıları kapatan şekiller olarak kabul etmişti. Yalnız 5 tane düzgün yüzlü katı şekil mevcut olduğu için Kepler yalnızca 6 tane gezegen bulunabileceğine inanmıştı.

Kepler ilk kitabında evrende niçin sadece 6 gezegen bulunduğunu anlama çabalarını anlatmıştı. 6 gezegenin yörüngeleri ile 5 tane düzgün yüzlü katı cisim arasında bir bağıntı bulmuştu. O bu yapıdan gezegenlerin o zaman bilinen yörüngelerinin yarıçaplarına uyan oranlar çıkarmıştı.

Kepler bu buluşunu coşkunlukla şöyle anlatmıştı:” bu buluştan duyduğum derin zevk kelimelerle anlatılamaz. Harcadığım zamanı kaybolmuş saymıyorum; çalışmaktan yorulmuş değildim; hipotezimin Copernicus yörüngelerine uyduğunu görünceye kadar, yada uymayıp sevincim kayboluncaya kadar, günler ve geceler boyunca süren hesaplamalarım ve hesapları sınamanın zahmetinden kaçınmıyordum.”
Gezegenlerin yörüngelerinin yarıçapları arasındaki bağıntı. Tycho’nun gözlemleri üzerinde Kepler’in elde etmek istediği sonuçlara tipik bir örnektir. Fakat bununla beraber, en derin bir korelasyon(karşılıklı bağıntı) bile olayların tabiatını açıklamakta derin bir anlama sahip değildir. Bu gün, Keplerin bu buluşu unutulmuş bir olaydan başka bir şey değildir. Bu sistem 6’dan fazla gezegen bulunduğu için yıkıldı. Fakat 7. gezegen Keplerin ölümünden uzun yıllar sonraya kadar keşfedilemedi.
Kepler sonraki gözlemlerle yıkılmayan başka matematiksel bağıntılarda bulmuştu. O, Tycho’nun gözlem sonuçlarını Mars gezegeninin hareketlerinin ayrıntılarıyla inceleyerek analize başladı. Tycho’nun 20 yıllık gözlemleri sırasında Mars nasıl bir yörünge üzerinde hareket etmiştir? Yerin durduğu kabul edilirse mi, Mars daha basit bir eğri üzerinde hareket eder görünecekti? Kepler Copernicus’un düşüncesinin benimsemiş yani yerkürenin hem kendi ekseni etrafında hem de güneş etrafında döndüğünü kabul etmişti. O zamanın geleneklerine uyarak, Kepler önce bir daire üzerinde hareket eden başka dairelerin mümkün olan yörüngelerine uyup uymadıklarını anlamaya çalıştı. Bu alanda sayısız, yorucu , uzun hesaplamalar yaptı. Duran bir yıldızla bir gezegenin arasındaki açıyı (Tycho tarafından ölçülen açılar) duran güneş etrafında dönen, bir gezegenin uzaydaki yerini çevirmek zorunluğu vardı. Üstelik bu açı güneş etrafında dönen yeryüzünden ölçüldüğü için, işlem daha zorlaşıyordu.
Kepler bir daire üzerinde hareket eden başka daireler modeliyle 70 kadar hesaplama yaptıktan sonra, gözlenen gerçeklere ancak şöyle böyle uyabilecek bir sistem bulabildi. Sonra, üzüntüyle şunu fark etti; Bir daire üzerinde dönen daireler sisteminden çıkarılabilecek bir eğri Keplerin hesaplarda kullandığı sınırların dışına çıkıldığında Tycho’nun Mars gezegenin konumları ile ilgili gözlemlerine uymuyordu.
Tycho’nun gözlemleri ile Keplerin hesapları arasındaki uyuşmazlık 0,133 derece kadardı.(bu açı bir saat yelkovanın 0,02 saniyedeki yer değiştirmesi kadardır).Tycho bu küçük açı kadar hata yapmış olamazmıydı? Bir kış gecesinin soğuğu parmaklarını uyuşturmuş veya gözlem alanını bulandırmış olamazmıydı? Kepler, Tycho’nun metodunu ve ölçmelerdeki zahmet ve dikkatinin biliyordu. Tycho bu küçük açı kadar bile hata yapmış olamazdı. Böylece Tycho’nun gözlemlerine dayanarak, Kepler kendi hazırladığı eğrileri reddetti. Bu Tycho’nun denel becerikliliğine ne büyük saygıydı!
“Bu 8’lik açıya rağmen yinede bir evren teorisi kurulabilirdi” diyerek Kepler yine çalışmaya kuruldu. Düzgün hareket hakkındaki eski ve saygıdeğer inançları bir yana bırakarak, güneş etrafında dönerken bir gezegenin hızın değiştirebileceği düşüncesini dikkate almaya başladı. İşte böylece Kepler ilk büyük buluşunu yaptı. Güneşten gezegen uzanan bir doğru parçasının eşit zaman aralıklarında eşit alanlar taradığını gördü. Bu buluşu, bugün 2. Kepler kanunu adıyla bilinmektedir.

Keplerin eşit alanlar kanunu, Mars, yörüngesi boyunca değişen hızla döner. Güneşe en yakın olduğu zaman hızı en büyüktür. Kepler eşi,t zaman aralıklarında(t2-t1=t3-t4), güneşten gezegene uzanan eşit alanlar (alan A = alan B) taradığını bulmuştu.



Bu kanunu bulduktan sonra Kepler, sonunda, gezegenlerin hareketlerini düzgün dairesel hareketlerin bir bileşkesi olarak anlayabilmek gayretlerinde vazgeçti ve birçok oval şekilleri yörünge olarak denemeye başladı. Her gezegen elips şeklinde bir yörünge boyunca hareket ediyor ve güneş bu elipsin odak noktalarından birinde bulunuyordu. Keplerin ne büyük bir sevinç duyduğunu düşününüz. Yıllarca süren gayretten sonra Kepler sonunda gezegenlerin hareketinin açıklayan basit bir eğri bulmuştu.
Kepler bundan sonra bir gezegenin yörüngesinin büyüklüğü ile onun periyodu(Güneş etrafında tam bir devir yapması için geçen zaman)arasında bir bağıntı bulmak için çalışmaya koyuldu. Bir çok denemden sonra, aradığı kesin bağıntıyı buldu: Bütün gezegenlerde, yörüngenin yarıçapı küpünün, periyodun karesine oranı aynıydı. Bu oranı bulduktan sonra, gezegenlerin bu bağıntıya uymakla gösterdikleri düzen dikkate değerdi. R^3/T^2 oranının sabit oluşuna 3. Kepler kanunu denilir.




KEPLERİN 3’NCÜ KANUNU
GEZEGEN Yörüngenin yarıçapı(A.B.) T Periyodu
(gün) R^3/T^2
[(A.B.)^3/gün^2] R^3/T^2’nin bu günkü değeri(m^3/sn^2
Merkür 0,389 87,77 7,64 x 10^-6 3,354 x 10^-8
Venüs 0,724 224,70 7,52 “ 3,352 “
Yer 1,000 365,25 7,50 “ 3,354 “
Mars 1,524 689,98 7,50 “ 3,354 “
Jüpiter 5,200 4332,62 7,490 “ 3,355 “
Satürn 9,510 10759,20 7,430 “ 3,353 “


Yörünge ve periyotların çizelgedeki değerleri Kepler tarafından kullanılmış olan sayılardır. Kepler zamanında yarıçaplar yalnız yerkürenin yörüngesinin yarıçapı cinsinden bağıl olarak biliniyordu. Yerkürenin yarıçapına astronomi birimin (A.B.) denir, bu bir uzunluk birimidir. R^3/T^2 oranının hemen hemen sabit değerleri Keplerin 3. kanununu gösterir. Son sütundaki oranlar bu günün duyar ölçümlerine dayanan yörünge ve periyotlarına dayanan yörünge ve periyotlardan hesaplanmıştır.

Bu zafer üzerine Kepler şunları yazmıştı.”...16 yıl önce aranması gerektiğini söylediğim şeyi... onun için Tycho Brahe’ye katıldığım şeyin beklediğimden çok daha derin olan doğruluğunu en sonunda açıklığa çıkardım. Kalıp döküldü, kitap yazıldı; Şimdide okunabilir,gelecek çağlarda da... Allah’ın bir gözlemci için 6000 yıl beklediği gibi bu kitapta bir okuyucu için bir asır bekleyebilir.”
İşte Keplerin 3 Kanunun İfadeleri:
I. Her gezegen, odaklarından birinde Güneş bulunan eliptik bir yörünge üzerinde hareket eder.
II. Güneşle gezegeni birleştiren doğru parçası(yarıçap vektörü) eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar.

III. R^3/T^2 oranı bütün gezegenler için aynıdır. Eğer bu sabit orana K dersek, bu 3. kanun
R^3/T^2=K halinde yazılabilir.

Ptolemi ve Copernicus’un önerdiği sistemlerinin daireler üzerinde hareket eden başka daireler sisteminin bütün karışıklığı bir yana Keplerin 3 kanunu gezegenlerin yörüngelerini onlardan çok daha doğru olarak gösterir. Bu kanunlar teleskopun bulunuşundan önce yapılmış gözlemlere dayanıyordu.
Kepler, buluşlarıyla astronomiye çok önemli ilerlemeler olanağını verdi. O Tycho Brahe’nin denel verilerle dolu çizelgelerinin basit ve geniş anlamlı bir eğriler ve kurallar sistemi haline getirdi.Keplerin bu sistemi ona “Göklerin Kanun Yapıcısı” adını kazandırdı.

Piramit

PİRAMİTLER

Piramitler kat kat kurulurlardı. Devasa Taş bloklar, geniş kat be kat yükseldikçe,rampa yükseltilir, genişletilir ve uzatılırdı.Bir piramidin inşaatı binlerce işçiyle yirmi seneden uzun sürerdi.

Düz Yüzeyli Piramitler:
Daha sonraki piramitlerin dış yüzeyleri çıkıntısız, düzdü. Bu, belki de, kralın Günes tanrısı Ra'ya Tırmanabiliceği güneş ışınlarını temsil etmesi icin bu şekilde yapılmıştı. Bu piramit Abusir'deki Kral Sabure'nin piramidi asıl alınarak yapılmıştı.Vadi ile cenaze tapınakları bir kapalı ara yolla birbirine bağlanırdı.

Basamaklı Piramitler:
İlk yapılan piramit kralın mimarı İmhotep tarafından kral Zoser için yapılan Zoser piramididir. Bu piramit 547.278 m'lik çok geniş bir duvarla çevriliydi. Duvarın içindeki alanda dış yüzeyleri ince işlemelerle süslü yapılar vardı.İçleri moloz doluydu.Üstteki resim.. Yapılan incelemelerde bugün teknolojik olarak çok ilerlemiş Japonya bile Keops piramidinin aynısını yapamamaktadir. Ziyaretçileri pek keops piramidine sokmadıklari bunun nedeninde piramidin koridorlarının çok dar ve dik olması olduğunuda duydum. Keops piramidinin yüksekliginin 1 milyarla çarpımı yaklasık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi veriyormuş(149.504.000km) Piramidin üstünden geçen meridyen karaları ve denizleri tam 2 eşit parçaya bölüyormuş Taban cevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını veriyormuş Piramidin içinde dünyanın ağırlıgı yaziyormuş Piramidin tam olarak dünyanın merkezinde bulunuyormuş Piramidin çalışkan işçileri olağanüstü bir çabayla günde 10 parça üst üste koyduklarını kabul edersek, piramitteki 2.5 milyon taçın 250.000 gün, yanı 664 yılda ancak oluşmuş oluyor. Oysa piramit 20- 30 yılda tamamlanmıştır

Piramitlerle ilgili diger bilgiler:
Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir. Bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce km uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildikleri tam olarak bilinmemektedir. Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya yılda iki kez güneş girer.(doğduğu ve tahta çıktığı günler.) Mumyalarda rodyoaktif madde bulunduğundan;mumyaları ilk bulan 12 kişi kanserden ölmüştür. Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır. Kirletilmiş suyu, birkaç gün piramidin içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz. Piramidin içerisinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir. Bitkiler piramidin içinde daha hızlı gelişirler. Piramidin içine bırakılmış su beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir. Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yapmadan piramit içinde mumyalaşır. Kesik ,yanık ve sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramit içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir. Piramitlerin bazı odalarını içinde ne olduğu hala bilinmemektedir. Araştırmacıların çoğu ya içinde kayboldu ya da aynı yerde birkaç tur attılar fakat içlerini göremediler. Piramitlerin içleri yazın soğuk,kışın çok soğuk olur.

Gize Piramitleri:
Tahmini olarak M.Ö 3000 yıllarında eski krallık döneminde yapıldığı zannedilen Gize piramitleri;Keops, Kefren, Mikerinos. İsimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmıştır. Bu üç piramit dünyadaki en büyük piramitlerdir.Gize'de sadece bu piramitler bulunmaz. Sırf Mısır'da yüzlerce irili ufaklı piramitler mevcuttur ama bu Gize piramitlerini öbürlerinden ayıran farkların başında içlerinde yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamasıdır. Piramitler yalnızca Mısıra özgü de değildir.Güney Amerika kökenli Maya ve Azteklerde piramitler yapmışlardir. Piramitlerin gökyüzünü incelemek amaçlı yapıldığida zannedilmektedir.

Uzay Coğrafyası

UZAY COĞRAFYASI

Dünya ve Evren




Dünyamız Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldız sistemlerinden güneş sisteminde yer alır.

Bütün gezegenler elips şeklinde bir yörüngede hareket ederler.


ONUNCU GEZEGENİMİZ "SEDNA"

16 Mart 2004 — Adını Eskimo kültüründe okyanus tanrıçası Sedna’dan alan göktaşı, 10 bin 500 Dünya yılı ile Güneş Sistem’nin en uzun yörüngesine sahip.

Gezegenin keşfi ile astronomlar arasında yeni bir tartışma başladı. Sedna’nın bir gezegen olup olmadığı üzerine kafa yürüten bilim adamları, bu şekilde gezegen kavramını ve Güneş Sistemi’nin de yapısal özelliklerini gözden geçiriyorlar.

Güneş Sisteminin 10. Gezegeni 'Buz ve Kaya Krallığı' mı?

Kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi tarafından fırlatılan Sedna 4 teleskobu, Güneş Sistemi'nde yeni bir gezegen keşfetti.

Eğer bulgular doğruysa, 74 yıllık '9 gezegen' bilgisi tarihe karışacak. BBC'de yayınlanan habere göre, NASA tarafından uzaya fırlatılan Sedna 4 teleskobu tarafından gönderilen bilgilerle, Plüton gezegeninden daha büyük olduğu sanılan yeni uzay cismi, ispat edilmesi halinde Güneş Sistemi'nin 10. gezegeni olacak. Ancak astronomlar, bu cismin halen Güneş Sistemi'nin bir üyesi olup olmadığını araştırıyorlar. Daha önce de Hubble Teleskobu tarafından tespit edilen cisimle ilgili detaylı bilginin bu hafta içinde NASA tarafından dünya kamuoyurna açıklanacağı kaydedildi. En son 1930 yılında varlığı ispatlanan Plüton gezegeninden bu yana Güneş Sistemi'nde 9 gezegen olduğuna dair bilim öğretisini alt üst edecek olan 'yeni gezegen', bilim adamları tarafından 'Buz ve Kaya Krallığı' olarak ifade ediliyor.



GÜNEŞ SİSTEMİ’NİN SINIRINDA


Sedna, 10 bin 500 Dünya yılı süren Güneş’in etrafında bir tam dönüşü esnasında, yıldıza sadece çok kısa bir süre için yaklaşıyor, ancak bi gezegenin ısınmasına yetmiyor.


Gözlem adı 2003 VB12 olan Sedna kızıl parlak bir renge sahip; bilim adamları parlak kızıl rengin, gezegenin bulunduğu Güneş Sistemi’nin dış bölgeleri için oldukça olağandışı bir durum olduğunu belirtiyorlar. Dr. Brown, Sedna gibi Güneş Sistemi’nin sonu sayılacak bir mesafeden Güneş’in hissedilmediğini belirtti. Dr. Brown, Sedna gezegeninde bulunan bir kişinin Güneş’i toplu iğne ucu büyüklüğünde göreceğini ifade ediyor. Bilim adamları Sedna’nın yüzey ısısının -240 derece olduğunu ve bu değerin son 4.5 milyar yıldır değişmediğini belirlediler.



GEZEGEN ‘MADEN’İ


Sedna 1930’da Plüton’nun keşfinden sonra bulunmuş en büyük gök cismi. Kimi astronomlar Sedna’nın Plüton’dan da daha büyük olabileceğini tahmin ediyorlar. California Institute of Technology astronomlarından Prof. Michael Brown liderliğinde yürütülen bir araştırma projesi kapsamında keşfedilen Sedna, Dünya’dan 10 milyar kilometre uzaklıkta Kuiper Kuşağı olarak bilinen bölgede yeralıyor. Kuşakta bulunan binlerce göktaşından şimdiye dek yaklaşık 400 tanesi tam olarak keşfedildi.

Sedna’nın da içinde bulunduğu Kuiper Kuşağı, astronomlar tarafından bir “maden” olarak nitenlendiriliyor. Yüzlerce buzdan göktaşı içeren Kiuper Kuşağı’nda, 2000’de Varuna (900 km), 2001’de Ixion (1.065 km) ve 2002’de Kuaoar (1.200 km) gezegensileri tespit edilmişti. Şubat ayında ise 1.800 km çapında, 2004 DW gözlem adı ile bir başka gezegensi keşfedilmişti.
Bünyesinde binlerce benzer büyüklükte gök cisminin bulunduğu Kuiper Kuşağı Sedna veya daha büyük yeni keşiflere gebe bir bölge. Sedna’nın daha önce bulunan benzer göktaşlarından farkı kendi başına bir yörünge tutturmuş olması. Arizona’da bulunan Tenagra Gözlemevi gezegenin yörüngesini belirlemek üzere çalışmalara başladı.



GEZEGEN’LİK TARTIŞMASI


Sedna’nın keşfi gezegen kavramının sorgulandığı ve belki de yeniden tanımlanacağı tartışmaları da alevlendirdi. Bir grup astronom Plüton’nun dahi bir gezegen olmadığını düşünüyor. Yapılacak gözlemler sonunda, Plüton’u gezegen sayılması için yeterli koşulların Sedna için de geçerli olduğuna dair fikir birliği oluşursa, Güneş Sistemi’nin on gezegeni olacak. Bilim çevreleri, göktaşının bir gezegen olarak değer kazanmasının daha geniş gözlemler gerektirdiğinin altını çiziyorlar.
Bunların başında da göktaşının bağımsız Güneş merkezli bir yörüngesi olması kuramı geliyor. Sedna’nın eliptik yörüngesinde Güneş’in etrafında tam dönüşünü 10.500 yılda tamamladığı belirtildi. Uzun çapı 135 milyar kilometre ile Sedna’nın yörüngesi Güneş Sistemi’ndeki en uzun yörünge.
Gezegeni keşfeden Dr. Micheal Brown, göktaşını gezegen yerine, kaya ve buzdan oluşan ve hacmen daha ufak olan “gezegensi” (planetoid) olarak nitelemeyi tercih ediyor. Brown Sedna’nın yeterince yüksek bir yoğunluğa sahip olmadığını düşünüyor.
Keşfi Havaii’deki Gemini Observatory’den Michael Brown ve Chad Trujillo ve San Diego’daki Palomar Gözlemevi’nden Yale Üniversitesi astronomu David Rabinowitz birlikte yaptılar. Ekip Sedna’nın etrafında dönen bir de uydusu olduğunu keşfetti.

GÜNEŞ

Güneş sisteminin merkezinde yeralan, en yakın yıldız, Dünya’dan ortalama 149.591.000 km uzaklıkta, 1,39 milyon km çapında, ışık saçan dev bir gaz küresi olan Güneş’in en önemli bileşeni hidrojendir; yaklaşık % 5 oranında helyum ve daha ağır elementleri içerir. 1,99x10(33) erg/saniye hızıyla enerji üretir. Bu enerji, en çok, görünür ışın ve kızılaltı ışınım olarak uzaya yayılır ve Yer’de yaşamın sürmesinin başlıca nedenidir.
Çapları bin kat daha büyük ve kütleleri birkaç yüz kat daha ağır olan bilinen en büyük yıldızlara karşılaştırılınca, Güneş, astronomi sınıflandırmasında cüce yıldız sınıfına girer. Ama kütlesi ve yarıçapı, Gökadamız’daki (samanyolu) bütün yıldızların ortalama kütlesine ve büyüklüğüne yakındır; çünkü birçok yıldız Yer’den daha küçük ve daha hafiftir. Güneş, tayfı, yüzey sıcaklığı ve rengi nedeniyle, astronomlar tarafından kullanılan tayf türleri şemasında “G2 cüce” diye de sınıflandırılır. Yüzey gazlarının yaydığı ışığın tayf şiddeti, 5000 A’ya yakın dalga boylarında en büyüktür; güneş ışığının niteleyici sarı rengi bundan ileri gelmektedir.İçinde yaşadığımız Evren'i tanıma çabamız, binlerce yıldan bu yana sürüyor. Günümüzde, en modern teleskoplar sayesinde, Evren'in en uzak köşelerini, milyarlarca ışık yılı ötedeki gökadaları görebiliyoruz. Oysa, Evren'de küçücük bir nokta gibi kalan, içinde yaşadığımız Güneş Sistemi'miz hâlâ gizemlerle dolu.
Uzay Çağı'nın başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü, Güneş Sistemi'ni keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemi'mizin oluşum öyküsünü anlatabiliyoruz.
Güneş Sistemi'nin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant ortaya attı. Kant, ilkel Evren'in ince bir gazla dolu olduğunu canlandırdı düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar, kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini alıyordu?
Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine, "Momentumun Korunumu İlkesi" ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi, kollarını kapadığında hızlanır.
Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş Sistemi'mizi oluşturmuştur.
Güneş’le ilgili modern çalışmalar, Galilei’nin güneş lekelerine ilişkin gözlemleriyle ve bu lekelerin hareketlerine dayanarak Güneş’in dönüşünü bulmasıyla 1611’de başladı. Güneş’in büyüklüğüne ve Yer’den uzaklığına ilişkin ilk yaklaşık doğru belirleme, 1684’te yapıldı; bu belirlemede, Fransız Akademisi’nin 1672’de Mars’ın Yer’e yaklaşması sırasında yaptığı nirengi (üçgenleme) gözlemlerinden elde edilen veriler kullanıldı. Joseph von Fraunhofer tarafından 1814’te Güneş’in soğurma çizgili tayfının bulunması ve Gustav Kirchhoff tarafından 1859’da bunun fiziksel yorumunun yapılması, güneş astrofiziği çağını başlattı; bu dönemde, Güneş’i oluşturan maddelerin fiziksel durumunu ve kimyasal bileşimini etkili olarak inceleme olanağı doğdu. 1908’de George Ellery Hale, güneş lekelerinin güçlü magnetik alanlarını belirledi; 1939’da Hans Bethe, güneş enerjisinin oluşumunda nükleer füzyonun oynadığı rolü aydınlattı.
Yeni gelişmeler, bilim adamlarının Güneş’le ilgili görüşlerini değiştirmeyi sürdürmektedir. Güneş rüzgarının doğrudan doğruya belirlenmesi 1962’de gerçekleştirilmiş, Güneş’in yüksek hızlı tekrarlanan akıntılarının kaynaklarıysa 1969’da taç (korona) deliklerine ilişkin gözlemlerle belirlenmiştir. Kant'ın bu düşüncesi, daha sonra birçok gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle bir oluşum gözlenemediği için, 1980'lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık üçte birinin, normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler.
Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga boylarında ışınım yayıyordu.
Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopu'nun keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu.

27 Temmuz 2008 Pazar

Kan dolaşımı

Kan dolaşımı – Lenf dolaşımı

KAN DOLAŞIMI :

Besin maddelerini ve oksijeni dokulara taşır.
bolizma sonucu oluşan artık madde ve CO2’i dokulardan uzaklaştırır.
Hormonları taşır.
İç dengeyi (Homeostasi) sağlar. Su ve tuz dengesini ayarlar.
Vücut direncini sağlar.
Sindirim ürünlerini taşır.
Vücut sıvılarının PH’ını düzenler.
Boşaltım ürünlerini taşır.
Pıhtılaşmayı sağlayarak kan kaybını önler.
Vücut ısısını düzenler.
Bağışıklığı sağlar.


Kan dolaşımı ikiye ayrılır:

1-BÜYÜK KAN DOLAŞIMI:



Sol karıncık›AORT›Vücud damarları›Kirli kan›Alt ve üst ana toplardamar›Sağ kulakçık



2-KÜÇÜK KAN DOLAŞIMI :



Sağ karıncık›Akciğer atardamar›Akciğerler›Temiz kan›Akciğer toplardamarı›Sol kulakçık







İNSANDA LENF SİSTEMİ :



Lenf Sistemi; Lenf damarları,

Lenf düğümleri,

Lenf kılcalları,

Lenfoid (Lenf hücrelerinden) oluşur.

Lenf sıvısı: Lenf damarlarıyla taşınan ve içinde akyuvar bulunan sıvıdır.

Alyuvar içermez
Omurgalılarda ikinci vücud sıvısı lenf sıvısıdır.
Hücreler arasında, dokular arasında ve lenf damarlarında dolaşır.
Vücud ağırlığının ¼ ‘ü kadar lenf sıvısı bulunur.
Lenf sıvısı beyazdır.Glikoz, aminoasit, NaCl,, küçük moleküllü proteinler içerir.


Lenf damarları : Kan damarlarına göre daha ince duvarlıdır.

Lenf damarları lenf kılcalları ile başlar. Lenf damarlarının bir ucu kapalıdır.Dokular arasına yayılmıştır. Lenf kılcalları daha büyük lenf damarlarına bağlanır.
Lenf damarlarının içinde iki parçalı kapakçıklar bulunur. Lenf sıvısının kalbe doğru akmasını sağlar.
Lenf kılcalları çok geçirgendir. Dokular arası sıvıda bulunan aminoasitler ve diğer maddeler kolayca lenf kılcallarına geçer.
Dolaşım sisteminden doku sıvısına devamlı aminoasit kaybı olur. Lenf sistemi bunların dolaşım sistemine geri dönmesini sağlar.


Lenfin hareketi;



Toplardamardaki gibi iskelet kaslarının basıncı ve solunum hareketleri ile sağlanır.
Kanın hareketine göre oldukça yavaştır. Çünkü lenfe basınç yapan özel bir kalp ve atardamar yoktur.


Lenf düğümleri:



Lenf damarlarının dolaşım sistemi ile birleştiği yerde bulunan özel hücre kümeleridir.Burada lenfosit adı verilen akyuvarlar meydana gelir.
Lenf sıvısı, lenf düğümlerinin dar kıvrımlı yerlerinden geçerken içindeki bakterileri burada bırakır. Ve bakteriler buradaki akyuvarlar tarafından fagosite edilir.
Bakteriler çok olduğunda lenf düğümlerinde şişme meydana gelir.
ÖRN: Bademciklerin şişmesi.



Lenf düğümleri kasıklarda, koltuk altlarında, boyunda, karın bölgesinde ve dokular arasında bulunur.


Lenf organları ; Lenf düğümleri, bademcikler, mukoza içi düğümcükler ve dalaktır.



LENF DOLAŞIMI : Vücuttan toplanan lenf iki yoldan dolaşıma katılır.



1.Yol: Bacaklardan ve barsaklardan toplanan lenf damarı kilus borusuna oradan Peke sarnıcı denilen keseye gelir. Buradan en büyük lenf damarı olan Göğüs kanalı lenf damarına açılır. (Başın sol yarısı, sol kol ve göğüs bölgesinin sol yarısından toplanan lenf damarları da göğüs kanalına üst bölgeden birleşir).

Göğüs lenf kanalından Sol köprücük altı toplardamarına buradan Üst ana toplardamarına açılır. Ve buradan da kalbin sağ kulakçığına gelerek lenf kalbe gelir.



2. Yol: Sağ kol, başın sağ yarısı ve göğüs bölgesinin sağ yarısından toplanan lenf damarları, boyun bölgesindeki büyük lenf damarına açılır. Buradan sağ köprücük altı toplar damarına bağlanır ve bu bölgelerden toplanan lenf, üst ana toplardamar yoluyla kalbin sağ kulakçığına açılır.



LENF SİSTEMİNİN GÖREVLERİ :



Madde alış-verişine aracılık eder.
Doku sıvısını kalbe taşır.
Kan sıvısının dengede kalmasını sağlar. Bu sistemle kılcal damarlarla alınmayan doku sıvısı içindeki maddeler tekrar dolaşım sistemine dahil edilir.
Lenfosit üreterek kana verir. Vücudun savunmasında görevlidir.
Barsaktan emilen yağ asitleri, gliserol, A, D, E, K vitaminlerini dolaşıma katar.
Lenf düğümlerinde lenf sıvısı süzülerek temizlenir, mikroplar öldürülür.